27 Mayıs 2011 Cuma

Popüler kültürün insanı başkalaştırması vol.1

***


Sen misin yoksa bir başkası mı ?
Dünya öyle bir hal aldı ki, bir çok kişinin kendisine yakışan rolü değil de, insanların yakıştığını düşündüğü rolü oynayıp, o şekilde beğeni toplamayı amaç edindiği sahte bir sahne oldu. Kendisini yansıtmadı hiç, hep başkasını oynadı, hep o başkası üzerinden alkışı topladı. Bunu yapan o veya ötekiler değil, biziz. Etrafına değil, aynaya bak! Sensin o, belki benim, belki o yanındaki kişi. Ama bil ki, mutlaka içimizden biri. Hatta biri de değil bu bahsettiğim, bir çok kişi.


Popüler kültür neyi hedef gösteriyorsa ona doğru yol almaya başlamışız biz. Belki farkında olmadan, belki bilerek ama o yolun yolcusuyuz. Popülizm demiş ki, ''bu sene ugg giyen tüm kızları hayasızca eleştirin'' ve biz de yapmışız. Neden? Çünkü bir değil, iki değil, milyonlarca kişi ugg giyen kızlara nefret duyuyor. Bir şeye nefret duyan ya da seven sayısı arttıkça, altındaki nedenleri sorgulamadan evvel, biz de o olgudan nefret duyar olmuşuz ya da sevmişiz. Yani toplumun peşinden gittiği popülizme hizmet eder olmuşuz. 1 milyon kişiden 900 bini herhangi bir adamı haklı buluyorsa, biz de çoğunluğun insan üzerinde yarattığı etki psikolojisiyle hak verebiliyoruz. Bu aynı şeye benziyor, hani bir grup var ''milyonlarca sinek yanılıyor olamaz hadi hepimiz bok yiyelim'' gibi. Bir işin saçma ya da mantıklı olduğunu düşünmeden, kısacası sorgulamadan bodoslama dalmayı merkez edindik ve inanın farkında değiliz. Toplum psikolojisinin etkisi altında olduğumuz, popülizme hizmet ettiğimiz, sorgulamayı unuttuğumuz ve bile bile birilerinin kuklası olmayı kabul ettiğimiz bir dünyada yaşadığımızı unutmuşuz. Gittiğimiz yol mesela, o yolu biz kendi tercihimiz sanıyoruz. Ben buna karar verdim bu iyidir diyerek o yola çıktığımızı düşünüyoruz ama değil işte. Bizi uyutanlar, onların istediği yönde gitmemizi isteyenler, planını ne denil müthiş hazırladıysa artık, onların can-ı gönülden istediği şeyleri bizim kendi tercihimiz olarak belleğimize işlememizi sağlamışlar ve halen daha aynı şekilde istediklerini almaya devam etmekteler.

Suç mu peki yaptıkları? Kanunlara göre elbet değil zira alan razı veren razı durumu. Ama kimin umrunda? Ya da kim bunun farkında? Dediğimi kimler anlayıp ''aslında evet lan, doğru diyor'' diyecek? Zaten bunu herkesin anlamasını beklemek saçmalık olurdu. Herkes anlayabilse, herkes bu şekilde işleyen düzenin insanları aslında ne kadar işlevsizleştirdiğini irdeleme yetisine sahip olsa zaten yakındığım/ız şey çok farklı olurdu.

Öyle yani.



*** 

13 Mayıs 2011 Cuma

Buramıza(tam şurası) kadar gelen samimiyetsizlik üzerine...

Biz aslında kimiz?
İnternetin önünün alınamadığı bir döneme girdik, hepiniz biliyorsunuz. Şimdi Türkiye'de internet dediğimizde akla gelen ilk site haliyle Facebook oluyor.  Converse'e benzetiyorum ben burayı. Nasıl ki Converse Yaşlısından gencine, zengininden fakirine(dar gelirli biraz yapmacık kaçıyor) herkesin ama herkesin ayağında varsa, aynı şekilde bu bahsettiğim kişilerin birer Facebook hesabı da mevcut. Bu kadar geniş bir kitleye hitap eden bir sitenin elbette kendisinden soğutan birçok yanı da bulunuyor. Bunlardan ilki, fotoğraf altlarına yakın akraba ya da arkadaşların birbirlerine yaptığı tiksindirici yorumlar. ''Burcucum çok güzel çıkmışsın cnm'' tarzı, insanı ister istemez iten ve önceden sempati duyduğun birine dahi adeta nefret duyma durumuna geçmene yardımcı olacak sığlıkta samimiyetsiz pohpohlamalar. Sevmiyorum abi, yapmacık buluyorum.  Sırf dışarıda yüz yüze bakıyoruz, belki bi faydası dokunur neme lazım diyerekten milletin yalakalığının yapılmasına tahammül gösteremiyorum. Hele bu fotoğrafına yorum yapılan kız ortalamanın üzerinde bir güzelliğe sahipse eyvahlar olsun.  Beğenen beğenene, yorumlayan yorumlayana önünü alamıyorsunuz.  Tüm bu can sıkıcı durumlarına yanında facebook'ta yaptığınız yorumlardan ötürü size tavır koyan insanları hiç saymıyorum bile. Onları başka bir zamanda, başka bir başlık altında değerlendirelim. Amacım samimiyetsizlikten girdiğimiz için bu konudan kopmamak.


Düşünüyorum da, bazı insanlar ya kendi yaptıklarının farkında değil ya da biz diğer insanları ağır salak zannedip türlü şaklabanlıklarına hiç ara vermeden, üzerine oturup düşünmeden devam edebiliyorlar. İçinde zerre samimiyet barındırmayan sevgi sözcükleri, özel günlerde birbirlerine verdikleri pahalı ama içi boş hediyeler, hiç sıkılmadan icra ettikleri sahte gülücük oyunları, daha iki saat önce tanışılmasına rağmen başlayan ''kanka muhabbetleri'', ''belki verir ayağına'' kızların önünde defalarca küçük düşmeler... Bunları görmeden geçirdiğimiz bir gün yok artık, bitti. Hele de sırf ilerde belki yardımı dokunur diye sokakta değil selam vermek, dönüp yüzüne tükürmiyeceğin adamların malum yerlerini yalayıp etraftan takdir toplama işine girişmeleri beni benden alıyor. Ve farketmişsinizdir, hep bu tür insanlar sözüm ona prestij sahibi oluyor piyasada, orada, burada. Karşına alıp iki mantıklı kelam edeyim desen ağzından dökülen kelimelerden en fazla devrik ve anlamsız, saçma sapan bir cümle çıkartabileceğin insanlar, koridorda salınırken etrafında önünü ilikleyen dallamalara kıs kıs gülüyor içinden. Hepimizin bildiği ama ses çıkartamadığı şeyler bunlar.


Bunca yapmacık tutumun farkına vardığım günden beri çevremi çeşitli eleklerden geçirir oldum. Samimiyetine inanmadığım insanların kahrını çekip hayatımın içine etmelerine izin vermek saçmalık olurdu zaten. Sizlere tavsiyem de budur. Dönüp suratına bile osurmayacağın adamı hayatına sokup kendinize dert üstüne dert eklettirmeyin. Bırakın onlar uyuz olsun, onlar sinir olsun biraz da...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Blog'un kuruluş amacı, hedesi, tırıvırısı...

Baştan oturup anlaşalım, sonra hır gür çıkmasın diye böyle bir giriş yazısı düşündüm. Bu blog'un belli bir zümreye hitap ettiği ya da belli konu, kişi veya kurumları eleştirmek üzere yaratıldığı düşünülmesin. Tamamen genel konular dahilinde görüşlerden ve eleştirilerden ibaret olacak. Hani açıyolar ya ''Moda üzerine blog'', ''Futbol üzerine blog'', ''Müzik tanıtım şeysi'' gibi. İşte benimki tek bir konu üzerinden gitmeyecek. Zaman zaman hepsine değinmek istiyorum. Aforizma falan da sıçmıycam, korkmayın. Hele aşktır, böcüktür, işte nebleyim vıcık vıcık duygusallıktır bunlara da yer vermeyi düşünmüyorum. En azından benim sayfamda bunlara rastlamayacağınuz için bazılarınız güzel bir oh çekebilir. Zira siz de biliyorsunuz ki aşkın, ilişkilerin bokunun çıkarılmadığı herhangi bir platform kalmadı. Herkes ekmeğini yedi mübareğin. Twitter'da bile 140 karaktere aşk üzerine aforizmalar sığdırıp(daha doğrusu sıçıp) alkış toplama peşinde millet. Midem bulandı şerefsizim. 17 yaşındaki kızın yaşadığı bile muamma olan aşk hikayesini dinlemek mide bulandırıcı değil de ne?


Ha bir de unutmadan söyliyeyim, küfür olucak abi. Yazılarımın içinde zaman zaman küfüre rastlayacaksınız. Kaçınılmaz bir durum bu, üzgünüm. Ben uyarımı yapayım da ondan sonra küfür gördüğünüzde yok efenim gözlerimi kapayayım, aman çığlık atayım demeyin. Bence şimdiden kapat sayfayı, daha da uğrama.


Şimdilik böyle yani. Fazla bir şey beklemeyin.